Yetenek ve Gelişimin Anlatısı: Profesyonel Sporcular, Müzisyenler ve Matematikçiler
- Gorkem Bilenoglu
- 25 Oca 2024
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Şub 2024
Yetenek, hem spor psikolojisi hem de spor bilimi alanında çokça çalışılan bir alt başlık, çünkü organizasyonlar, kulüpler, ve federasyonlar yeteneği ölçülebilir bir formata taşımak istiyor. Bu sayede hem yatırım yapacakları sporcuları, daha düşük bir hata payıyla belirleyerek verimliliklerini arttırmak, hem de “gizli yetenek ya da potansiyel yetenek” dediğimiz sporcuları daha parlamadan bulmak istiyorlar. Bu aslında sporcular açısından da faydalı olabilecek bir sistem. Sonuçta veliler ve genç sporcular da maddi, manevi spora büyük yatırımlar yapıyor ve hayatlarını spor çevresinde planlıyor.
Ortalamaya vurduğumuzda akademi seviyesinden profesyonel seviyeye geçiş oldukça düşükken bu tek yönlü yatırımın ne derecede sürdürüleceği ve alternatifte ne gibi planların hazır tutulacağı daha da önem kazanıyor. Kulağa her ne kadar güzel gelse de, kompleks kavramlar ölçülebilir birimlere dönüştürülmeye çalışıldığında karşılaşılan problem yetenek için de geçerli: yetenek ne demek?
Herhangi bir performans bağlamında yetenek denince akla gelen iki farklı konsept var. Birincisi tamamen branş özelinde, doğa üstü güçler tarafından bahşedildiği düşünülen, kişiyi çevresindekilerden farklılaştıran algısal ya da fiziksel beceriler: mesela Messi’nin çalımları, Kyrie Irving’in top hakimiyeti ya da Federer’in tek el backhand vuruşları. Bir de daha sürece dayalı disiplin, mental dayanıklılık, planlama gibi yetenekler var. Çıplak gözle bakıldığında ilk saydıklarımız kadar rahat görünmese de, ve birçok kişinin yetenek tanımlarının yanından bile geçmese de, bireylerin gelişim süreçleri boyunca karşısına çıkan imkanlardan maksimum yararlanabilmesini ve sürekli olarak farklı koşullarda da oyunda kalabilmesini sağlıyor. Bu farklı tür yeteneklerin arasındaki en büyük ortaklık çalışarak geliştirilebilir olmaları, ve aralarında bir hiyerarşi olmadan birbirlerini pozitif yönde etkileyebilmeleri. Bu yeteneklerin oluşturulması, korunması ve geliştirilmesi, alanında üst düzey performans gösteren bireyler için kilit bir yere sahip. Fakat dediğimiz gibi, bir yetenek türü bariz bir şekilde diğerinden üstün tutulamadığından, yeteneğin birey tarafından subjektif bir şekilde nasıl algılandığı ve kendi hikayesinde nasıl bir yer tuttuğu önemli. Bugün odaklanacağımız nokta da kişilerin gelişim hikayelerinde yeteneğin oynadığı rol üzerine olacak.
Bölüme konu olan çalışma profesyonel sporcuların, müzisyenlerin ve matematikçilerin gelişim hikayeleri arasındaki ortaklıklar ve bu birbirinden ayrı biricik hikayeler incelendiğinde ortaya çıkan bazı anlatı kalıpları üzerine. Her bölüm sıkılmadan söylüyorum, çünkü alt başlık ne olursa olsun benim psikolojiye bakış açımı en iyi anlatan perspektif bu: hikayeleştirilmiş hayatlar yaşıyoruz ve hikayeler kendimizi ve çevremizi anlamlandırmak için yazının bulunmasından bile önce kullandığımız en eski araçlardan. Hikayelerimiz, yaşadıklarımızı algılayışımızı ve kimliğimizi şekillendirirken, bir yandan de içinde bulunduğumuz sosyal çevrenin değerlerinden de etkileniyor ve onları yansıtıyor. Çalışmanın amacı da nüanslara sahip bu anlatı kalıplarını biraz daha açarak, bir gelişim sürecini esneklikten ve adaptasyondan yoksun bırakan tek tipleşmeden olabildiğince uzaklaştırmak.
Performans anlatısından bahsetmiştim: başarıya ve sonuca odaklan, sosyal ve fiziksel anlamda verilen tavizleri görmezden gel ve sadece devam et. Bu çalışmada da final çıktısı başarı olan ve farklı branşlardan insanların, benzer noktalara farklı akış açılarından nasıl ulaşabildiğini ve kendi hikayelerini yaşadıklarıyla uyumlu bir şekilde nasıl oluşturduğunu görüyoruz. Derinlemesine işlenmiş 30 hikayenin ortaklığı oldukça yüksek bir başarı standardını tutturmuş olması: 10 tane en azından milli takım seviyesinde performans göstermiş sporcu, 10 tane potansiyeli sebebiyle üst düzey müzik okullarında isim yapmış profesörlerle çalışan ya da profesyonel bir jazz veya klasik müzik orkestrasında çalan müzisyen, ve 10 tane akademik kariyer sahibi, ulusal yarışmalara katılmış ya da dünya çapında tanınmış matematik profesörü.
Bence çalışmanın önemli sonuçlarından biri farklı gruplardan insanların hikayeleri arasında yapısal bir fark yok: yani bir matematik profesörünün gelişim yolculuğu profesyonel bir voleybolcununkine ya da profesyonel bir jazz müzisyeninkine benzer. Gruplar arasında fark olmaksızın hikayelerin değerleri ve kırılma noktaları açısından 5 baskın anlatı tipi ortaya çıkıyor: Spot ışığını arayış, dosdoğru kariyer, zorlukların üstesinden gelme, tadını çıkarma, ve daha çok emek. Bu sefer tek hikaye üzerinden değil, anlatı kalıplarının farklı hikayelerde nasıl kendini gösterdiği üzerinden gidelim. Dinlerken kendinizi bir anlatıya yakın hissedebilir, birkaç anlatıda kendinizden parçalar bulabilir ya da herhangi bir kalıpla bağdaştıramadığınız bir hikayeniz olduğunu fark edebilirsiniz. Öyle bir yerden de kulak verin derim.
İlk anlatı tipi spot ışığını arayış. Gelişim sürecini böyle bir pencereden anlamlandıranların hikayelerinde dikkatleri üzerine toplamak ve takdir görmek performansın ana motivasyonlarından. Normal olmak her zaman negatif bir konsept ve duyulan diğerlerinden iyi olma ihtiyacı baskın. Hikayelerde ön plana çıkan duygular genellikle hırs, güç ve rekabetçilik üzerine ve hem kendi hem de çevresindekilerin gözlerinde değerli hissetmenin ön koşulu iyi performans gösteriyor olmak. Bu yüzden de yaptıklarından aldıkları ya da alabileceklerini düşündükleri zevk, ancak kişisel bir zafer ya da ön plana çıkma fırsatı sunuyorsa mümkün oluyor. Çevreleri tarafından kibirli ya da küçümseyici algılanabileceklerini farkında olsalar da, sahip oldukları yeteneğe karşı bir sorumluluk hissediyor, ve bu tavrı potansiyellerini gerçekleştirmek için bir gereklilik olarak görüyorlar. Bu anlatı, konuşacaklarımız arasında en sürdürülebiliri değil, çünkü odaklanılan noktalar direkt olarak etki edebilecekleri şeyler değil de, daha çok sonuçlar üzerine.
İkincisini hoşuma gidecek bir şekilde çevirmeyi bir türlü başaramadım o yüzden olduğu gibi paylaşıyorum: straightforward career, yani dosdoğru kariyer. Bu anlatı annenizin sürekli bahsettiği yan apartmandaki başarılı çocuğa ait. Alanla erken yaşta tanışılıyor, önce küçük yarışmalarda başarılar kazanılıyor ve adım adım problemsiz bir şekilde daha yüksek seviyelere çıkılıyor. Hikayenin aşama aşama ilerlemesi en belirleyici özelliği, yani yetenekle ilgili alıştığımız basmakalıp hikayeleri de destekleyen bir yönü var: “yetenekli insanlar çok fazla zorlukla karşılaşmaz ve onlar için her şey bir şekilde yolunu bulur”. Ortak özelliklerinden biri de hikayesini böyle bir yapıda kurgulayanlar, yeteneğin yanında çevresindekilerin rolünü ve şans faktörünü azımsamıyor. Karşılarına çıkan ufuk açıcı bir kitabı, ilgili bir tez danışmanını, ya da şans eseri şehirdeki en iyi müzik öğretmenine denk gelmiş olmalarını hikayelerinde önemli bir yere koyuyorlar.
Bir diğer anlatı: zorlukların üstesinden gelme. Komşunuzunkinin aksine, bu hikayelerde bol bol kalp kırıklığı, acı ve sonunda zorluklarla ulaşılan başarı var. Hikayeler oldukça pozitif, ve umut vaat ederek başlıyor, ve sonrasında baş edilmesi gereken zorluklar ortaya çıkıyor: sakatlıklar, performans düşüşleri, ya da özel hayatta meydana gelen dalgalanmalar gibi. Zorluk yaşadıkları süreçlerde ister istemez odakları en iyi performansı göstermekten, fiziksel ve mental sağlıklarını korumaya doğru kayıyor. Özellikle elit seviyedeki sporcularda uzun dönem sağlık ve performans verme arasındaki gerilim üzerine birçok çalışma da hali hazırda var. Yaşadıkları, ya da yaşadıklarını hissettikleri hayat hiç de benzer olmasa da, bu hikayeler de dosdoğru kariyer hikayeleri ile her gün aynı kaldırımlarda yürüyor ve çevredeki baskın görüş aynı: “yetenekli insanlar çok fazla zorlukla karşılaşmaz ve onlar için her şey bir şekilde yolunu bulur”. Bu da aşmaya çalıştıkları zorluklara bir de kendi içlerinden bir yardımcı ekliyor “Ben sürekli zorluklarla mücadele ediyorum, ve benim için işler bir türlü yoluna girmiyor, demek ki ben yetenekli değilim”.
Dördüncü konsept tadını çıkarma ya da akışa bırakma, yazarlar orjinal ismini riding the waves olarak vermiş. Yeni şeyler denemeye açık olmakla başlayan hikayelerde genelde temel değerler süreçten çok keyif almak ve yaptığını bir yaşam tarzı olarak görmekle devam ediyor. Yani yapılan işle bir bütünleşme var. Yeniliklere açık olmanın getirdiği bir kabul etme de hikayelerin önemli bir parçası: bu anlatı da zorluklardan muaf değil, ama bir önceki anlatıyla karşılaştırdığımızda zorlukların algısı biraz daha farklı. Burada yaşanan zorluklar, hikayeye adapte olan ve üst düzey performans seviyesinde doğal olarak karşılaşılan adımlar olarak algılanıyor. Belirsizlik, ve çok boyutluluk da bu anlatı içinde kabul görebilen faktörler oldukları için, kimlik, performans üzerinden oluşmuyor ve hayatın diğer alanlarından da besleniliyor. Bu anlatının kulağa çok güzel geldiğini farkındayım ve bence de en sağlıklı, en sürdürülebilir ve gelişime, spora, sanata ya da bilime katkı yapması en muhtemel hikayeler. Ama maalesef, içinde büyüdüğüm kültür için konuşuyorum, eğitim sistemi, yetenek yetiştirmeye bakış açısı, ve sağlanan imkanların kısıtlılığı böyle hikayelerin oluşumunu ne kadar destekler bir yerde emin değilim. Çeşitliliğe, esnekliğe, deneme-yanılmaya, keşfetmeye, ve en çok da her şeyi bir yana bırakıp keyif alabilmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Son anlatı, daha çok emek. Aslında bu anlatıyı diğerlerinden ayıran en büyük özelliği anlatılanların birer anti-yetenek hikayesi olması. “Messi değil abi, Ronaldo” diyorlar yani. Hikayesini bu yapıda anlatan sporcuların, müzisyenlerin, akademisyenlerin dayanağı da kendilerini yeteneksiz olarak görmeleri ve yetenekli olanların zaten onlar için geliştirilen programlarca eğitildiğini, başarıya erken yaşta ulaştıklarını ve yapmak istediklerini çok da çaba harcamadan yapabildiklerini düşünmeleri. Kuşkusuz bu algının oluşmasında da en başta konuştuğumuz yeteneğin ilk tanımı etkili, yani normal olmayan ve doğuştan gelen yetenek. Bu düşünce tarzı sayesinde, doğuştan gelen yeteneği başarının ön koşulu olarak görmüyorlar ve emek verme çevresinde bir değer yargısı oluşturuyorlar. Çaba göstermek hem başarıya giden yolun en önemli parçası, hem de kendi başına değer verilen, saygı duyulan bir olgu. Merkeze çabanın koyulması da, kendiliğinden, sonuçtan çok sürece odaklanılması, sürdürülebilirlik ve düşüşleri yönetebilmek için de kolaylık sağlıyor.
Bu hikayelerde açıkça görülen ortak iki değer sıkı çalışma ve yol üzerindeki engeller. Çalışmanın vardığı en güzel sonuçlardan biri de bu bence: bu iki kavram anlatılarda bambaşka şekillerde var oluyor. Sıkı çalışma, spot ışığını arayanlarda takdir edilme ihtiyacını karşılamak için bir araç; dosdoğru kariyer hikayecileri için zaten olması gereken; zorlukların üstesinden gelenler için iniş çıkışlarda kendini sorgulamanın sonucu; akışa bırakanların yeni kapılar açma yolu; ve hikayesini emek üzerinden yazanların alanlarına olan sevgisini yansıtma biçimi. Engeller ile karşılaşmak ise emek hikayecileri için yeteneksizliklerinin bir teyidi, akışına bırakanlar için yolun doğal bir parçası, spot ışığını arayanların performanslarına değil direkt kişiliklerine yöneltilen bir tehdit ve dosdoğru kariyerlerin çok içermediği, içerse de rahatlıkla çözüm bulduğu problemler. Yani bu kavramlar da ancak bir bütün içinde, hikayesiyle birlikte anlam buluyor.
İlk aklıma gelen, bu anlatıların arasında hiyerarşik bir yapı olmadığı. Biri diğerinden daha iyi değil yani. İnsan hayatı bu kadar biricikken, yetenek gelişimi için tek bir en iyi bulmamız da çok mümkün olmaz. Bu podcastten dinleyicinin aklında kalabilecek tek bir mesaj verebiliyor olsam o da şu olurdu: Her ne kadar hikayelerimiz çevremizdeki baskın anlatılardan etkileniyorsa da tek bir yetenek, tek bir başarı hikayesi yok. Bunu zaman zaman hatırlamak, hikaye repertuarımızı genişletmek, bence çok değerli çünkü kendi hikayenin içine gömülmüşken benzer noktaya çıkan başka yolları yok saymak çok olası. Farklı yolların olduğunu bilmek, kendi anlatımızın günlük hayat tecrübelerimizle örtüşmediği noktalarda beslenecek başka kaynaklar yaratmak, önünü net bir şekilde göremediğimiz süreçleri yönetebilmek için bence kilit bir role sahip.
Bugün yetenek anlatılarını konuştuk, karşılaştırdık. Güne konu olan çalışmanın orjinal ismi “All roads lead to Rome? Talent narratives of elite athletes, musicians, and mathematicians” Türkçesi, “Her yol Roma’ya çıkar mı? Elit sporcuların, müzisyenlerin ve matematikçilerin yetenek anlatıları”. Bu sefer çok da dağılmamak için çalışmada yer alanlarların hikayelerini ayrıntılı bir şekilde anlatmadım ama örnekleri daha ayrıntılı okumak isterseniz makalenin linkini de açıklamalara ekliyorum. Teorik açıdan hem ilk üç bölüme hem de benim hikayelere bakış açıma şekil veren bir diğer kaynak da “Wounded Storyteller”, Türkçesi “Yaralı Hikaye Anlatıcısı”. Daha derin bir okuma yapmak isteyenler için tavsiye ederim.
Kaynaklar
Jannika M. John & Ansgar Thiel (2022) All roads lead to Rome? Talent narratives of elite athletes, musicians, and mathematicians, Qualitative Research in Sport, Exercise and Health, 14:7, 1174-1195, DOI: 10.1080/2159676X.2022.2074078
Wounded Storyteller - Arthur W. Frank (1995)
Comments