top of page

Yardım İstemek - Bölüm1: Kevin Love

  • Yazarın fotoğrafı: Gorkem Bilenoglu
    Gorkem Bilenoglu
  • 10 Oca 2024
  • 8 dakikada okunur

Akış Açısı’na hoşgeldiniz. Ben Görkem Bilenoğlu ve bugünün konusu da yardım istemek/isteyebilmek. Kültürümüz de, onun getirdiği alışkanlıklarımız da, zaman zaman yardım istemeyi zorlaştırıyor. Yardım isteme kararını, o yardıma duyulan ihtiyaçtan çok, o yardımı istemenin ya da istememenin sosyal getirisi belirliyor. Üstelik bu sosyal getirinin boyutları da, çoğu zaman kararı veren kişinin ön gördüğü boyutta olumuyor. Yani demek istediğim: belimi sakatlamak pahasına ağır bir koliyi tek başıma kaldırdığımda çevremdekiler, beni çok güçlü olduğum için alkışlamıyorken, birinden koliyi taşımak için yardım istediğimde de, ne kadar zayıf olduğum üstüne kafa yormuyor. 


Aslında bu konuyu tek bölümde konuşmayı düşünmüştüm, onda da geçen sene yayınlanan, çoğu NHL’den, profesyonel buz hokeyi oyuncularıyla yapılan bir çalışma üzerinden gitmeyi planlamıştım. Ama Kevin Love, mental sağlık ve yardım almakla ilgili o kadar güzel yazmış ki, iki bölüm yapıp ilkini tamamen ona ayırmak istedim. Kevin Love Cleveland ile 2016’da, belki de tüm branşlarda dünyanın en rekabetçi liglerinden NBA’de şampiyonluk yaşamış, 5 kez de all-star olmuş bir basketbolcu. Serinin ilk bölümünde hikaye anlatıcısı olmak yerine sadece hikaye aktarıcısı olarak onun 2018’de yazdığı makaleyi Türkçe’ye çevirdim. İkinci bölümde de bahsettiğim hokey makalesi üzerinden konuyu biraz daha detaylı tartışmayı düşünüyorum. Bu makalenin orijinaline ve daha birçok sporcunun birinci ağızdan anlattıkları hikayelerine ulaşmak için playerstribune.com'a bir göz atabilirsiniz, bence süper bir site ve çok güzel bir birincil kaynak. Önsözü çok da uzatmadan aradan çekiliyorum, bölümün geri kalanı Kevin Love’ın ağzından aktarıyorum. Keyifli dinlemeler. 


5 Kasım’da, Atlanta’ya karşısında oynadığımız maçın devre arasından hemen sonra bir panik atak geçirdim. 


Hiç beklemediğim bir anda geldi. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Hatta panik atakların, gerçek olup olmadıklarını bile bilmiyordum. Ama en az burkulmuş bir bilek, ya da kırılmış bir kemik kadar gerçekti. O günden beri mental sağlıkla ilgili düşünme şeklim tamamiyle değişti. 


Kendimle ilgili bir şeyler paylaşmak benim için hiçbir zaman kolay olmadı. Eylülde 29 yaşına girdim ve 29 yıllık yaşamım boyunca, özel hayatımla ilgili her şeyi kendime sakladım. Basketbolla ilgili konuşurken rahattım, bu bana doğal geliyordu. İş kişisel konulara gelince, konuşmak çok daha zordu, ve geri dönüp bakınca görüyorum ki bunca yıl boyunca konuşabileceğim biri olsa eminim ki bunun faydasını görürdüm. Ama konuşmadım: ne ailemle, ne arkadaşlarımla, ne de kamuoyuna. Bugün, bunu değiştirmem gerektiğini fark ediyorum. Yaşadığım panik atak ve o zamandan beri geçirdiğim süreçle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Eğer benim gibi sessizce acı çekiyorsanız, kimsenin sizi anlayamacağını düşünmenin nasıl bir his olduğunu biliyorsunuzdur. Bunu kendim için de yapmak istiyorum, ama asıl sebebim, insanların mental sağlıkla ilgili yeterince konuşmuyor olması. Ve büyük ihtimalle erkekler, yaşça hem büyük hem de küçük olanları, bu işte çok daha gerideler. 


Tecrübeyle sabit. Büyürken çok hızlı bir şekilde, bir erkek çocuğunun nasıl davranması gerektiğini öğreniyorsunuz. Bir “erkek olmanın” neyi gerektirdiğini de. Talimatlar oldukça açık: güçlü ol, duygularından bahsetme ve sorunların üstesinden kendi başına gel. Ben de hayatımın 29 senesini bu talimatlarla yaşadım ve eminim ki bunların hiçbiri yeni değil. Erkeklik ve dayanıklı olmakla ilgili bu değerler öylesine yaygın ki, her yerdeler… ve aynı zamanda da görünmezler, çevrenizi saran hava ya da su gibi. Bu özellikleriyle depresyona ve kaygıya da oldukça benziyorlar aslında. 


29 yıl boyunca, mental sağlığın yalnızca başka birinin problemi olabileceğini düşündüm. Bir noktada, başka insanların, yardım istemenin ya da düşüncelerini açabilmenin faydasını gördüğünü biliyordum, ama bunun benim için de geçerli olabileceğini hiç düşünmedim. Bana göre yardım almak, beni yolumdan saptırabilecek bir çeşit zayıflık ya da beni dışarıya tuhaf veya garip gösterecek bir şeydi. 


Ve sonra bir panik atak geçirdim.


Bir maç sırasında oldu. 


Tarih 5 Kasım’dı, yani 29 yaşıma girdikten 2 ay 3 gün sonra. Sezonun 10. maçında iç sahada Hawks’a karşı oynuyorduk. Müthiş bir fırtına kopmak üzereydi. Ailemle yaşadığım bazı sorunlarla ilgili stresliydim. Pek de iyi uyumuyordum. Sezonla ilgili beklentiler, 4 galibiyet 5 malubiyetlik sezon başlangıcımızla da birleşince, sahadayken üzerimde bir baskı oluşturuyordu. 


Hava atışından hemen sonra bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ettim. 


İlk birkaç pozisyonda garip bir şekilde nefesim kesilmişti. Oyunun içinde de değildim. İlk yarıda 15 dakika sahada kaldım ve bir basket, iki de serbest atış attım. 


Devre arası sonrası her şey daha da net bir hale geldi. 3. çeyrekte Koç Lue mola aldı. Benche geldiğimde kalbimin normalden hızlı çarptığını hissettim. Sonra nefes almakta zorlanmaya başladım. Tarif etmesi zor ama sanki her şey dönüyordu ve beynim kafamın içinden dışarı tırmanmaya çalışıyor gibiydi. Çevremdeki hava yoğun ve ağır hissettiriyordu. Ağzım kupkuruydu. Asistan koçun, oynayacağımız savunma setiyle ilgili bir şeyler söylediğini hatırlıyorum. Onaylar gibi kafamı salladım ama dediklerinin çoğunu duymamıştım bile. O noktada artık kontrolü yitirmeye başlamıştım. Ayağa kalkıp benchteki kalabalığın içinden çıkınca, oyuna geri giremeyeceğimi anladım. Yani fiziksel anlamda oyuna dönmemin imkanı yoktu. 


Koç Lue yanıma geldi, bence ters bir şeyler olduğunu anlamıştı. Ağzımın içinde “Hemen döneceğim” gibi bir şeyler geveleyip soyunma odasına koştum. Sanki aradığım bir şey varmış da bulamıyormuşum gibi odadan odaya koşturuyordum. Aslında sadece kalbimin deli gibi atmasının artık durmasını istiyordum, bu bana vücudumun “Ölmek üzeresin” demesi gibi geliyordu. En sonunda kendimi antrenman odasında, yerde sırt üstü yatıp büyük büyük nefes almaya çalışırken buldum. 


Sonraki kısım çok net değil, organizasyondan birileri beni, Cleveland Kliniğine götürdü. Orada bir takım testler yaptılar. Her şey yolunda gözüküyordu ve bu beni rahatlatmıştı. Ama hastaneden çıkarken “Bir dakika ya, madem her şey yolunda o zaman ben az önce ne yaşadım?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. 


İki gün sonra Bucks ile oynayacağımız maç için sahaya geri dönmüştüm. Kazandık ve ben de o maç 32 sayı attım. Döndüğüm için ve tekrar kendim gibi hissettiğim için nasıl bir oh çektiğimi hatırlıyorum. Ama her şeyden çok, kimsenin Atlanta maçından neden aniden çıktığımı bilmediği için rahatladığımı da net bir şekilde hatırlıyorum. Tabii ki organizasyondan birkaç kişinin haberi vardı ama çoğunluk bilmiyordu ve kimse de bununla ilgili bir şeyler yazmamıştı. 


Birkaç gün daha geçti. Sahada her şey yolunda gidiyordu, ama üzerimde bir ağırlık vardı. 


Neden insanların öğrenip öğrenmemesi beni bu kadar ilgilendiriyordu?


O anda kafama dank etti. Panik atak geçirdikten sonra en zor kısmı geride bıraktığımı düşünmüştüm. Ama aslında tam tersiydi. Şimdi oturmuş neden böyle bir şeyin başıma geldiğini ve neden bu konuda konuşmak istemediğimi düşünüyordum. 


Buna zayıflık, korku, ya da özgüvensizlik diyebilirsiniz, buna bir sürü farklı isim de verebilirsiniz, ama endişelendiğim şey sadece yaşadığım iç zorluklar değil, bunları dile getirmenin zorluğuydu. İnsanların beni daha az güvenilir bir takım arkadaşı olarak görmesini istemiyordum, ve bu da çok geriye: içinde büyürken öğrendiğim değerlere dayanıyordu. 


Bu benim için yepyeni bir alandı ve oldukça kafa karıştırıcıydı. Ama tek bir şeyden emindim: yaşadığım şeyi yok sayıp önüme bakamıyordum. Bir yanım her ne kadar bunu yapmayı istese de, panik atağı ve altında yatanları görmezden gelememe müsade etmiyordum. Şu kadarını biliyordum ki, bunlarla her şeyin daha da kötüye gitmiş olabileceği bilinmez bir gelecekte başa çıkmak istemiyordum. 


Böylece o zaman için görünürde küçük ama sonrasında büyük bir etkiye dönüşecek olan o adımı attım. Cavs bir terapist bulmam için bana yardım etti ve ben de randevu aldım. Tam bu noktada durup şunu söylemeliyim ki: bir terapistle çalışacak son insan olduğumu düşünürdüm. NBA’e girdikten iki-üç yıl sonra bir akadaşım neden NBA oyuncularının psikoloğa gitmediğini sormuştu. Bu fikre gülüp geçmiştim, bizden birinin gidip de biriyle konuşmasına imkan yoktu. 20 ya da 21 yaşındaydım ve basketbolun çevresinde büyümüştüm. Hele de basketbol takımlarında, kimse iç dünyasında ne ile mücadele ettiğini konuşmuyordu. Şöyle düşünüyordum: “Benim ne problemim var ki? Sağlıklıyım. Geçimimi basketboldan sağlıyorum. Neyle ilgili endişelenebilirim?” 

Hiç bir profesyonel oyuncunun mental sağlıkla ilgili konuştuğunu duymamıştım, ve bunu yapan tek kişi de ben olmak istememiştim. Zayıf gözükmek istemedim. Dürüst olmak gerekirse, ihtiyacım olduğunu da düşünmedim. Talimatların da dediği gibi - sorunlarının üstesinden kendi başına gel, aynı çevremdeki herkesin her zaman yaptığı gibi. 


Düşününce çok saçma aslında. NBA’de hayatının birçok yerine ince ayar çekmek için alanında eğitilmiş profesyonel personele sahipsin. Koçlar, antrenörler ve diyetisyenler yıllardır hep hayatımın bir parçası oldu. Ama bu insanların hiçbiri, yerde yatmış nefes alabilmek için mücadele ederken bana yardım edemezdi. 


Yine de, terapistle olan randevuma girerken içimde biraz kuşku vardı, bir ayağım kapıdaydı. Ama terapist beni şaşırttı, iyi bir yönde. Öncelikle, ana odağımız basketbol değildi. NBA’in o gün orada olmamın ana sebebi olmadığına dair bir hissi vardı. Onun yerine basketbolla alakasız birçok konudan konuştuk, ve fark ettim ki birçok tıkanma, ayrıntılı bir şekilde bakana kadar göremeyeceğiniz yerlerden geliyor. Bence kendimizi tanıdığımızı var saymak kolay, ama katmanları birer birer kaldırmaya başlayınca,  keşfedilecek ne kadar çok şey olduğunu görmek inanılmaz. 


O zamandan beri, benim şehirde olduğum zamanlarda görüşmeye devam ettik, muhtemelen ayda birkaç kereye denk geliyor. En büyük aydınlarmalardan bir tanesi, bir Aralık günü büyükannem Carol ile ilgili konuşurken yaşandı. Büyükannem ailemizin direğiydi. Biz büyürken bizimle birlikte yaşıyordu ve, ben ve kardeşlerim için ikinci bir anne gibiydi. Odasına her torunu için ayrı birer “tapınak” oluşturmuştu: resimler, ödüller, duvara tutturulmuş mektuplar… Ve saygı duyduğum basit değerlerle yaşıyordu. Öyle ki, bir keresinde ona rastgele bir çift Nike ayakkabı vermiştim. Bundan o kadar etkilenmişti ki bir yıl boyunca teşekkür etmek için beni 4-5 defa aramıştı.


NBA’e girdiğimde o da yaşlanıyordu ve artık onu eskiden gördüğüm kadar sık görmüyordum. Timberwolves ile 6. yılımdayken büyükannem Carol, şükran günü için beni Minesota’da ziyaret etmek istedi. Tam yola çıkmadan önce, atardamarlarıyla ilgili bir rahatsızlık yaşadı ve hastaneye kaldırıldı. Tabii ziyareti iptal etmek zorunda kaldık. Sonrasında durumu hızlı bir şekilde kötüye gitti ve komaya girdi. Bundan birkaç gün sonra da, onu kaybettik. 


Uzun bir süre boyunca yıkılmış durumdaydım. Ama bununla ilgili hiçbir zaman gerçekten konuşmadım. Bir yabancıya büyükannemden bahsetmek, aslında nasıl hala bununla ilgili acı çektiğimi farketmemi sağladı. Biraz daha deştikçe anladım ki canımı en çok yakan şey veda edememek olmuş. Gerçek anlamda yasımı tutmak için fırsatım olmamıştı ve son yıllarında onunla daha çok iletişimde olmadığım için kendimi berbat hissediyordum. Ama onun ölümüyle birlikte bütün bu duygularımı da gömdüm ve kendi kendime “Basketbola odaklanmalısın. Bununla daha sonra başa çıkarsın. Bir erkek gibi davran.” dedim. 


Size büyükannemden bahsetmemin aslında gerçekten onunla bir alakası yoktu. Onu hala deli gibi özlüyorum ve muhtemelen hala yasını tutuyorum, ama bu hikayeyi paylaşmamın sebebi bununla ilgili konuşmanın nasıl gözlerimi açtığını göstermekti. Terapistimle görüştüğüm kısa zaman diliminde, böyle bir ortamda içimdekileri söylemenin gücüne tanık oldum. Ve bu öyle büyülü bir süreç de değil. Korkunç, garip, ve zor… en azından benim için şu ana kadarki süreç öyle ilerliyor. Problemlerden sadece onlarla ilgili konuşarak kurtulunamayacağını biliyorum, ama zamanla belki de onları daha iyi anlayarak daha yönetilir bir hale getirebileceğimi öğrendim. Herkes hemen bir psikolog ile çalışmaya başlamalı demiyorum. Benim için Kasım’dan beri aldığım en büyük ders terapi ile ilgili değildi, yardıma ihtiyacım olduğu gerçeğiyle yüzleşmekle ilgiliydi. 


DeMar’ın depresyonla ilgili geçen haftaki yorumları da beni bunu yazmakla ilgili motive etti. Yıllar boyunca DeMar’a karşı oynadım ama onun herhangi bir şeyle ilgili zorlandığını tahmin bile edemezdim. Nasıl da birçok farklı tecrübe ve zorlukla - ve birçok başka şeyle- ortalıkta geziniyoruz ve bazen bunları yaşamanın sadece bize özel olduğunu düşünüyoruz… Gerçek şu ki muhtemelen dostlarımızla, iş arkadaşlarımızla ya da komşularımızla mücadele ettiklerimizle iligili sandığımızdan çok daha fazla ortak noktamız var. Yani herkes bütün derin sırlarını ortaya döksün demiyorum - her şey herkes tarafından bilinmek zorunda değil ve bu oldukça kişisel bir karar. Ama mental sağlıkla ilgili konuşulabilecek daha iyi bir otam yaratmak… bence buradan başlamamız gerekiyor. 


Çünkü belki de sadece yaşadıklarını paylaşarak, DeMar bizim düşündüğümüzden de fazla insana, depresyonla mücadele ettikleri için deli ya da tuhaf olmadıklarını hissettirerek yardım etmiş oldu. Söyledikleri, gücü mental sağlıkla ilgili stigmadan biraz da olsa aldı, ve bence burada bir umut var. 


Şunu net bir şekilde belirtmek isterim: ben de bu konuyla ilgili her şeyi tamamiyle çözmüş değilim. Ben sadece oldukça zor olan kendimi tanıma işinin başındayım. 29 yıldır bunu yapmaktan kaçınmıştım ve şimdi kendime dürüst olmaya çalışıyorum. Çevremdeki insanlara karşı daha iyi olmaya çalışıyorum. Hayattaki iyi şeylerin tadını çıkarırken ve onlara şükran duyarken, aynı zamanda rahatsız edici taraflarla da yüzleşmeye çalışıyorum. İyiyi, kötüyü, ve çirkini; her şeyiyle kucaklamaya çalışıyorum. 


Son zamanlarda kendime sık sık hatırlatmaya çalıştığım bir şeyle bitirmek istiyorum: herkes, bizim dışarıdan göremediğimiz bir şeyler yaşıyor. 


Olay şu ki, göremediğimiz için kimin ne yaşadığını, ne zaman yaşadığını ve neden yaşadığını bilemiyoruz. Mental sağlık görünmez bir şey, ama hepimize er ya da geç bir noktada varlığını hissettiriyor. Bu hayatın bir parçası. DeMar’ın da söylediği gibi “ Kimin ne yaşadığını asla bilemiyorsunuz.”


Mental sağlıkla ilgili sorunlar sadece sporculara özel değil. Geçinmek için ne yaptığınız sizin kim olduğunuzu belirlemek zorunda değil. Bu herkes için geçerli. Koşullarımız ne olursa olsun, hepimiz canımızı acıtan bazı travmalar taşıyoruz -ve onları içeride gömülü tuttukça canımızı acıtmaya devam ediyorlar. İç dünyamızla ilgili konuşmuyor olmak bizi, kendimizi tanıma ve başkalarına  yardım edebilme fırsatlarından mahrum bırakıyor. Eğer yazdıklarımı okuyorsanız, ve hayatınızda zorlandığınız bir dönem içindeyseniz, sizin için ne kadar büyük ya da küçük gözüküyorsa da, yaşadıklarınızı paylaştığınız için tuhaf ya da diğerlerinden farklı olmadığınızı hatırlatmak istiyorum. 


Hatta tam tersi. Yaptığınız en önemli şey bu olabilir. Benim için öyleydi. 



Kaynaklar:


 
 
 

Comments


© 2024 by Görkem Bilenoğlu, MSc. 

bottom of page