Yardım İstemek Bölüm 2 - Buzdan İçgörüler
- Gorkem Bilenoglu
- 17 Oca 2024
- 6 dakikada okunur
Bir önceki bölümde Kevin Love’ın hikayesini dinlemiştik. Yaşadığı panik atak sonrası, içinden geçtiği süreçleri açıklıkla ve samimeytle anlatmış. Ben de direkt olarak onun hikayesini çevirmiştim, pek bir yorum katmadan. Bu bölümde de, geçen sene yapılan güncel bir çalışma üzerinden, yine profesyonel sporda yardım isteme alışkanlıkları üzerine tartışacağız. Kevin Love’ın hikayesinde belirleyici bazı anahtar noktalar var. Sporcu kimliği, baskın bazı erkeklik değerleri ve elit sporda mental sağlık üzerindeki stigma gibi. Bugün üzerine konuşacağımız çalışma da buz hokeyi oyuncularıyla yapılmış ve sistematik bir şekilde sporcuların psikolojik destek almasını zorlaştıran ve destekleyen faktörlerin üzerinde durulmuş. Hikaye ile direkt örtüşen birçok noktası var. Tavsiyem, eğer podcaste bu bölümden başlıyorsanız ya da önceki bölümü dinlemediyseniz burada durdurup önce 3. Bölümü dinlemek daha güzel olabilir, hikaye referanslarını da kaçırmamış olursunuz.
Psikolojik yardım alma süreci her ne kadar çok kişisel bir süreç olsa da ve büyük ölçüde bire birde ilerlese de, aslında iş buraya gelene kadar çok sosyal bir olay ve çevresel faktörlerden fazlaca etkileniyor. Profesyonel buz hokeyi oyuncuları için de yardım alma süreciyle ilgili en belirleyici etken kültürel normlar olmuş. Buz hokeyi camiasında yardım isteyebilmenin önündeki en büyük engellerden biri olarak old school, yani eski usül anlayış gösteriliyor. Bu daha geleneksel ve daha tutucu bir atmosfer. Eski usül bir anlayışın hakim olduğu kültürdeki takımlarda mental sağlıkla ilgili konuşmamak üzerine sessiz bir anlaşma olduğunu hissediyor sporcular. Ve, artan rekabetle de birlikte, seviye yükseldikçe -yas grubu yükseldikçe- bu sessizlik de artıyor.
Böyle bir atmosferde oyuncu, bulunduğu takımda mental sağlıkla ilgili sorunların istenmeyen bir şey olduğu mesajını alıyor. Bu tırnak içinde zayıflığı, dışarı yansıtmak istemeyeceği için, bu sefer de yardım almakla ilgili ikincil çekinceler de oluşuyor. İşimi devam ettirebilir miyim? Kulüp, mental sağlık sorunları yaşayan biriyle çalışmak ister mi? Takım psikoloğuyla konuştuklarım antrenöre ve yönetime gider mi? Ya da Kevin Love’ın hikayesinde olduğu gibi takım arkadaşlarım için güvenilir biri olmaya devam eder miyim?
Bir yandan da, NHL yani Amerika’nın ulusal hokey liginde, mental sağlıkla ilgili daha modern bir anlayışa doğru geçişten de bahsediliyor, hem kulüplerin kendileri yaptığı çalışmalar hem de direkt organizasyonun bu alanda farkındalığı arttırmak için yaptığı çalışmalar var. Konu kültürel normlar olunca, sorumluluk sporcu bazında bireysel bir sorumluluktan biraz daha spor yöneticilerine ve karar vericilere doğru kayıyor.
“Önce sporcu” mottosunun gerçek anlamda uygulanması gerekiyor. Sporcuların psikolojik sorunlar yaşadığını, ve bu konuda yardım istemekte sporcu olmayan insanlara göre daha fazla zorlandığını biliyoruz. Burada organizasyona düşen, öncelikle sporcuların yardım alabileceği nitelikli eğitim almış ve etik değer sahibi psikologlar bulundurmak. Kuzey Amerika ve Avrupa’da bu çok daha regüle edilmiş bir durumda. Ama Türkiye’de psikoloji bile okumuş olmadan, herhangi bir sertifika programına katılan kendini o alanda danışman ya da uzman olarak lanse edebildiği için, bilgi kirliliği ya da yanlış pratiklere çok açık bir ortam var. Bu da yarardan çok zarar olabiliyor, sporcunun yardım almayla ilgili güvenini zedeleyebiliyor. Kaliteli kaynaklar sağlandıktan sonra, aynı zamanda bu kaynakların kullanımıyla ilgili ve mental sağlıkla ilgili farkındalığı artırmak organizasyonel boyutta değişmesi gereken bir durum. Çünkü sporcu da, kendini riske atmadan yardım isteyebilmek için takımın ve yönetimin üstü kapalı da olsa onayını bekliyor.
Bir diğer tema, sporcuların inşa ettiği anlatı ve bu anlatıda yardım istemenin kendine yer bulup bulamaması. Buz hokeyi oyuncularının birçoğunun kafasında çok benzer bir ideal sporcu profili var. Bu oyuncu duygularını kontrol edebilen, yıkılmayan, dayanıklı, ve kendinden önce takımın ihtiyaçlarını önceleyen bir karaktere sahip. Ortak anlatıda dışarıdan desteğe ihtiyaç duymamanın büyük bir yeri var. Kevin Love’ın hikayesinin de aslında çıkış noktası burasıydı: zorlukların üstesinden kendi başına gelme anlatısı.
Bu anlatının bu kadar kök salmış ve kabul edilmiş olmasında da tabii ki sporcu kimliğinin ve maskülen kültürün rolü çok büyük. Erkek olmayı, duygularımızı gizlemeyi, ve bu şekilde güçlü gözükmeyi çok küçük yaştan öğreniyoruz. Bu durum sadece erkek çocukları için de geçerli değil, maskülen bir kültürde yetişen kız çocukları da güçlü gözükmek istediği zaman bir erkek gibi davranması gerektiğini öğreniyor. Kendini tanıma ve adapte olma yönünde de çok kısıtlayıcı olabiliyor bu maskülen anlatıya sıkışıp kalmak.
Aklıma yakın zamandan Ja Morant örneği geliyor, yine NBA’den. Geçen sene normal sezonun en çok konuşulan isimlerinden biriydi, atletizm ve saf yeteneğiyle ön plana çıkan bir oyuncu ve çok da genç hala 24 yaşında. Performansının en üstündeyken, sosyal medyada silahla bi canlı yayın yaptığı ve takım uçağında silah taşıması söz konusu olduğu için 8 maç ceza almıştı. Daha sonra tekrar sosyal medyada silahını gösterdiği için bu sefer 25 maçlık bir ceza aldı. Kendini içinden çıkaramadığı bu gangster anlatısı, ortada hiçbir şey yokken formunun zirvesinde onu performanstan çok ciddi bir süre boyunca uzak tutmuş oldu. İyi döndükten kısa süre sonra bu sefer bir omuz sakatlığı yaşadı ve sezonu kapattığı söyleniyor şu anda. Yaşı gereği eski fiziksel performansına ulaşmaması için hiçbir sebep yok ama mentaliteyle ilgili adımlar atmazsa, emek harcamazsa muhtemelen o da potansiyeline yaklaşamamış saf yetenekler listesine adını yazdıracak.
Bu sert, daha donuk, dışarıya renk vermeyen karakter beraberinde yalnızlaşmayı da getirebiliyor. Sosyal olarak bir yalnızlaşmadan bahsetmiyorum, ama derinlikli konuların, kişisel süreçlerin, zayıflıkların dışarıya vurulabileceği kanallar biraz tıkalı kalıyor.
Sporcular “en iyi antrenman programını kendim yazarım, bir antrenöre ihtiyacım yok” ya da “bir fizyoterapist ile çalışmama gerek yok, sakatlık sürecimi kendi başıma yönetebilirim” gibi bir kafa yapısına girmiyorlar çoğu zaman. Çünkü bunlar performans ekosistemi içinde, zamanla kendini kabul ettirmiş yardım biçimleri. Bu sayede de kabul edilmiş alanlarda yardım istemek sporcuların “zorlukları tek başına aşma” anlatısına bir tehdit oluşturmuyor. Yani antrenörle, fizyoterapistle ve diyetisyenle çalıştığı için kendini zayıf ya da yardıma muhtaç hissetmiyor sporcu. Sıra mental süreçlere gelince, çevresinde gördüğü sessizlikle birlikte diğer alanlarda talep ettiği yardımı burada talep edemiyor.
Hokey oyuncuları arasındaki ortak algılardan biri de, takım içindeki statünün yardım istemeyi kolaylaştırdığı. Daha çok para kazanan, maçlarda daha çok süre alan, tecrübesi daha yüksek olan oyuncuların yardım alması daha normal gelirken; kariyerinin başındaki genç sporcular bu konuda daha çekingen davranıyor. Kendini kanıtlamak, takım içinde tutunabilmek ve yükselmek gibi hedeflerle birlikte mental sağlıkla ilgili bir sorun yaşamanın kendilerini daha az güvenilir, daha değersiz ve yeri daha çabuk doldurulabilir bir konuma sokacağını düşünebiliyor. Tecrübeli sporcuların tabii ki de bu olgunluğa ulaşması, ve belki de bu şekilde genç sporcuların da yardım isteyebilmesini kolaylaştırması çok kritik. Yine Kevin Love’a dönecek olursak bunu ancak 29 yaşında fark edebilmesinin zorluğunu yaşadığını söylüyor, ve hikayesini paylaşmasının sebebi olarak da yine bu sessizliği, bu stigmayı kırmanın genç sporcular için önemi olduğunu vurguluyor.
Her ne kadar çevrenin, kültürün ve organizasyonların mental sağlıkla ilgili atabileceği bir sürü adım, iyileştirebileceği bir çok süreç de olsa, elit sporda bu farkındalığa sahip, sorumluluk alan sporcular ayakta kalabiliyor. Performans anlamında gelişmenin ve üst seviyede kalabilmenin yanı sıra, hem fiziksel hem mental yaşanabilecek sıkıntıları ön görebilme, hazırlıklı olma ve küçük işaretleri okuyabilme becerisi geliştiriyor. Belki de en kritik noktalardan biri, yardım isteyebilmek için, sporcunun önce kendini iyi tanıması gerekiyor.
Bu noktada iş biraz sporcunun hem hayatının, hem de kariyerinin sorumluluğunu alması. Kendini tanıyan, verdiği tepkileri ve içinde bulunduğu süreçleri anlamlandıran sporcu aslında harekete geçerek de geçmeyerek de bir takım kararlar alıyor. Bu karar ufak bir kas ağrısını görmezden gelerek daha büyük bir sakatlık riskini almak da olabilir, ya da Kevin’ın yaptığı gibi, panik ataktan sonra yüksek bir performansla sahalara dönmüş olsa da, anlamlandıramadığı içsel süreçleri iredelemek ve sorunu bilinmez bir gelecekte ortaya çıkmak üzere halının altına süpermemek de. Kişisel faktörler arasından olgunluk, sorumluluk bilinci, farkındalık ve özgüven hokey oyuncuları arasında yardım istemeyi kolaylaştıran en önemlilerden.
Bu çalışmadan hem spor çevrelerindeki karar vericilerin, hem de direkt olarak sporcuların yapabileceği birçok çıkarım var bence. Spor yöneticilerinin, federasyonların, organizasyonların kendilerini bazı sorular sorarak denetlemesi ve güncellemesi gerektiğini düşünüyorum. “Bu zamana kadar böyle gelmiş” dediğimiz için tabulaştırılan ya da sessizleştirilen anlatılar var mı? Küçük yaşlardan itibaren mental sağlıkla ilgili farkındalığı yüksek ve güvenli iletişime açık bir ortam oluşturmak için ne gibi adımlar atıyoruz? Hedeflediğimiz ideal sporcunun karakter özellikleri, algılama biçimleri, ve mental becerileri neler? Sporculara gelişimleri ve sürdürülebilir bir şekilde rekabetçi olabilmeleri için nitelikli kaynaklar sağlıyor ve kullamını teşvik ediyor muyuz?
Sporcular da benzer sorgulamaları kişisel düzeyde yapabilir aslında. Önce kendimden başlayarak, çevremdeki farkındalığın artmasına katkı sağlayabilir miyim? Hem kendime, hem de takım arkadaşlarıma, rakiplerime verdiğim mesajlar bu sessizlik kültürünü besliyor mu? İşler iyi gittiği zamanda bile, zorluklarla karşılaşabileceğim durumlar için kendimi hazırlıyor muyum? Gücümü, performansımı sıkı sıkıya bağladığım değerler, uzun vadede beni daha kırılgan bir hale getiriyor olabilir mi?
Son iki bölümde bir hikaye, bir de makale üzerinden profesyonel sporda yardım istemekle ilgili konuştuk. Dikkatli bakınca konu aslında sporu da kapsıyor, ama ölçeği çok daha geniş, insan olmakla ilgili. Başımızda, göğsümüzde, bazen kolumuzda bacağımzda, bazen de dilimizde damağımızda hissettiklerimizi ifade etmeyi öğrenmek, en azından ifade etmeye çalışarak başlamakla ilgili. Spor, bu farkındalığın artmasına ön ayak olabilmek ve bu mesajları yayabilmek için benim aklıma gelen en güzel sahne.
Kaynaklar:
Kaitlin L. Crawford, Brian Wilson, Laura Hurd & Mark R. Beauchamp (2023) Reaching out: help-seeking among professional male ice hockey athletes, Qualitative Research in Sport, Exercise and Health, 15:3, 364-381, DOI: 10.1080/2159676X.2022.2111458
Comments