top of page

Sporda Sakatlık Süreçlerinin Psikolojisi: Baskın ve Alternatif Anlatılar

  • Yazarın fotoğrafı: Gorkem Bilenoglu
    Gorkem Bilenoglu
  • 15 Oca
  • 6 dakikada okunur
  • Sakatlık üzerine bu kadar konuşmak neden önemli? Çünkü, sporcuların mental anlamda en çok zorlandığı, kaygı, depresyon ve öz-değer ile ilgili sıkıntılar yaşadığı süreçler sakatlık süreçleri. Bu süreçler genellikle tamamen sporcunun sorumluğunda kalan, tek başına üstesinden gelmesi gereken süreçler olarak kabul görüyor ama aslında hem sakatlıkların oluşmasında, hem de sakatlık sonrası süreçlerin yönetilmesindeki zorlukların ortaya çıkmasında sporcunun çevresinden maruz kaldığı sosyo-kültürel anlatıların büyük rolü var. 


  • Mesela en basitinden, acı ya da hassasiyet ile oynamaya devam etmenin yüreklendirilmesi, hatta zaman zaman talep edilmesi ve bunun mental dayanıklılık, hırs, mücadele ruhu gibi kavramlarla eşleştirilmesi sporcuların sakatlık riskini artıran faktörlerden. 


  • Sakatlık sürecinin takip edilmesi, bu sebeple sosyal anlamda izolasyon yaşayan sporcunun destek görmesi zaten gerekli. Bundan daha geniş ve bütüncül desteği nasıl verebiliriz noktasında da, böyle bir süreç öncesinde sporcunun elini güçlendirmek, gerektiğinde güç alabileceği kaynakları zenginleştirmek kritik. Bu kaynakların nasıl çeşitlenebileceğine girmeden önce havada kalmaması adına dominant ve alternatif anlatılarla ilgili şöyle bir örnek verebilirim. 


  • Bizim kültürümüzde daha genel anlamda hayatta ilerleme anlatısının nasıl inşa edildiğine bakalım. İlkokul lisede yüksek notlar alırsın, iyi bir üniversitede mesleki anlamda geçerliliği olan bir bölümden mezun olursun ve çalışmaya başlarsın. Bu süreçte sen özverili ve çalışkan olduğun sürece, dış faktörlerden pek de etkilenmeden hızlı bir şekilde yükselirsin ve maddi anlamda da karşılığını alırsın.


  • Dominant anlatı dendiğinde kastedilen hikaye çerçevesi bu şekilde. Çevrenin talep ettiği, ve karşılaştığında da takdir ettiği temel anlatı kalıbı. Birey de toplumdan tamamen bağımsız var olamadığı için, aslında toplumun ödüllendirdiği anlatıyı bazen farkında bile olmadan içselleştirmiş oluyor ve kendisinden de böyle bir beklenti içine girebiliyor. Sıkışmalara ne kadar gebe bir anlatı olduğunu daha ben anlatırken farketmişsinizdir belki. 


  • Bireyin önündeki tek yol çizgisi böyle bir anlatı olduğunda ve istediği üniversitye girememek, iş bulmada sorun yaşamak, yaptığı işte maddi manevi beklediği tatmini bulamamak ya da hiç planda olmayan bambaşka insanlık problemleriyle karşılaşmak gibi şeyler yaşadığında bunu anlamlandırmada ve adapte olmada zorluklar yaşanıyor. Alternatif anlatıların, farklı bakış açılarının kişinin elinin altında ve ufkunun içinde olması da en çok bu gibi zamanlarda değer kazanıyor.


  • Sakatlıklar tarafında da, baskın ve alternatif anlatıların sakatlık süreçlerinin yönetilmesi açısından nasıl bir etkisi olabilir, diye düşünülmüş ve “dışarıdan benzer olarak görülen süreçler nasıl farklı şekillerde anlamlandırılıyor” sorusuna cevap aranan bir çalışma yapılmış. Yine, daha geçen ay yayınlanan çok taze bir çalışma, elit seviyeden atletizm sporcularının sakatlık süreçlerine odaklanıyor ve 6 farklı anlatı ortaya koyuyor. 


  • Birincisi, baskın anlatı olan “dayanıklılık” anlatısı. Baskın anlatılar genellikle aklınıza ilk gelen bütün olumlu özellikleri barındıran anlatılar, yani dışarıdan baktığınızda işinin zirvesindeki bir profesyonelin içinde bulunmasını beklediğiniz hikaye yapıları oluyor. Sportif kimlik, bir kalkan görevi görerek sporcuyu sakatlığın getirdiği olumsuz düşüncelerden uzak tutuyor. Sporcu için yaşanan sakatlık, hızlıca performansa dönüşün önündeki fiziksel bir engel olarak görülüyor. Anlatının içinde anahtar değer de efor. Dün sağlıklıydım, bugün sakatım, sıkı çalışarak yarın yine sağlıklı olacağım şeklinde anlamlandırıyor süreci. 


  • Zaten olması gereken bu değil mi? Diye soruyorsanız haklı olduğunuz noktalar da var, ama bir anlatıya olumlu ya da olumsuz diyebilmek için, sporcunun içinde bulunduğu durumda kullanışlı olmaya devam ediyor mu diye sormak zorundayız. Bu anlatı artık sporcunun ihtiyaçlarını karşılamıyor olabilir, çünkü o günün şartları değişmiş olabilir. Fiziksel sorunu ortadan kaldırmak üzerindeki odak, sporcunun beslenme ya da yorgunluk gibi sakatlıkla ilişkisi olabilecek noktaları es geçmesine sebep oluyor olabilir. Ya da sıkı çalışma kavramına dört elle sarılan sporcu egzersizlerini olması gerekenden fazla yaparak iyileşme sürecine zarar veriyor olabilir. Yani ulaşılabilir tek hikayenin bu tarz bir yapıda olması, aslında sporcuya uzun vadede iyi gelmiyor olabilir. Bu saydıklarım sizde bir yankı uyandırıyorsa bir DJ olan Melissa’nın sakatlık sürecini incelediğim 2. Bölüme göz atmak isteyebilirsiniz. 


  • Bir diğer anlatı döngüsel ve iniş çıkışlı yapısı sebebiyle “atlıkarınca” olarak adlandırılmış. Bana içinde bulunduğum kaya tırmanışı camiası sebebiyle çok tanıdık geldi, çevremde de özellikle parmak ve tendon sakatlıklarıyla ilgili döngüsel sakatlık süreçleri çok yaygın. Sporcular bu anlatıda genellikle sakatlık - geri dönüş, tekrar sakatlık - tekrar geri dönüş döngüsündüler. Bu döngü tekrarlandıkça, sporcunun motivasyonu ve sporuna olan bağlılığı uzun vadede zarar görüyor. Profesyonel spor içerisindeki kısa dönem planlamaların ve günü kurtarma yaklaşımının da etkisi azımsanamayacak kadar çok tabii. 


  • Sakatlıkla bu minvalde bir ilişki kuran sporcularda, belki de en kritik etki, vücuduyla olan ilişkinin zarar görmesi oluyor. Sporcu, bir savunma mekanizması olarak, sakatlıkla ve bedeninin sürekli sakatlanan kısmıyla arasına bir mesafe koyuyor. Sakatlığı sahiplenmiyor, beden farkındalığı azalıyor, ve aslında bu durum tekrar sakatlanmaya da daha açık bir hale getiriyor onu. Atlıkarınca anlatısı aklıma direkt Djokovic’in beslenme dokunuşu öncesi durumuyla ilgili söylediklerini getirdi. Onun da kariyerinin ilk kısımları arka arkaya gelen sakatlıklarla boğuşarak geçiyor ve bir kafayı kaldırıp vücudunu daha iyi tanımaya odaklandığında gelmiş geçmiş en iyi tenisçi olma yolundaki en kritik adımı atmış alıyor belki de.


  • Üçüncü anlatı uzun vade ve süreklilik üzerine. Dayanıklılık anlatısındaki kısa vadede dönüş ve anlık performansın öncelendirilmesi yerine orta-uzun vadede sağlığa, sonrasında sürdürülebilir performansa önem verilen bir yapı. Hatta sakatlık süreçleri, sporcunun kendini tanıması, yoğun geçen profesyonel spor yolculuğu içinde bir tenefüs fırsatı yaratması ve yine sporcunun hem hayatının hem de performansının farklı yönlenlerine odaklanabilmesi için bir fırsat olarak görülebiliyor. Çalışmaya katılan sporcular arasında yaşadıkları sakatlıklara dönüp baktığında “iyi ki” diyen birçok atlet var. Çünkü yaşanılan süreçleri, kariyerlerini sağlıklı bir şekilde daha uzun süreye yayabilmek için değerli farkındalıklar kazandıkları zamanlar olarak değerlendiriyorlar. 


  • Atlıkarınca anlatısında konuştuğumuzun aksine, bu atletlerin vücuduyla ilgili daha yüksek farkındalık sahibi olduğunu ve vücutlarına karşı daha merhametli bir yaklaşım içinde olduklarını görüyoruz. “Train smart, not hard.” Cümlesi de çalışma içinde birkaç sporcu tarafından telafuz edilmiş. Sürdürülebilirlik ön planda olduğu için, yine bu doğrultuda sakatlık önlemeye yönelik spesifik antrenmanlara düzenli olarak zaman ayırdıklarını söylüyorlar.


  • Sporcular, hayatlarının farklı evrelerinde hikayelerini farklı şekillerde anlamlandırabiliyor. Hatta dönem dönem, farklı anlatılar arasında git geller yaşayabiliyor. Bunun temsili olarak da dördüncü anlatının ismi “sarkaç”. Anlatıların, hayatın gerçekleriyle örtüşmediği ve artık kişinin ihtiyaçlarını karşılamadığı zamanlarda kırılmasından ya da dönüşmesinden bahsetmiştim. Sarkaç anlatısında da, yaşanan sakatlıklar sadece performans üzerinden şekillenen anlatıları işlevsiz bıraktığında, kişi sporla ilişkisini sürdürebilmek ve burada anlam bulmaya devam edebilmek için farklı kaynaklara yönelmek zorunda kalıyor. Bunlar da genellikle sürdürülebilirlik tarafında bahsettiğimiz değerler. 


  • Sakatlıkların artması, performansın düşmesiyle sporcu vücudunun sınırlarını daha iyi anlamaya başlıyor ve superman olmadığını kabulleniyor. Tabii ki, sporcunun o zamana kadar karakterini oluşturan bütün değerlerden bir anda sıyrılıp bambaşka bir kafa yapısına geçmesi gerçekçi değil ve eski alışkanlıkları bir anda bırakmak da kolay değil. Mesela, ilk yıllarından itibaren antrenman tatminini sürekli limitlerini zorlamak üzerinden tanımlayan bir sporcu için bu limitlerin test edilmediği görece yumuşak geçen antrenman süreçleri “Yeteri kadar çalışıyor muyum?” Ya da “daha iyisini yapabilirdim” hissini oluşturabilir. Kısa vadedeki performanstan kısıp, uzun vade iyi oluş ve sağlığa kaynak yaratmak ilk başlarda zorlayıcı gelebilir. Ama zaten hangi anlamlı dönüşüm kolayca oluverir ki?


  • Atlıkarınca üzerinden konuştuğumuz gibi sakatlıklarla inişli çıkışlı bir ilişkiye sahip olan bazı sporcular da, sakatlıklarının gittikçe daha ciddi boyutlara ulaştığını, giderek geri dönüşün çok daha zorlaştığı anlatıyor. Yokuş aşağı giden ve birikerek büyüyen yapısı sebebiyle bu anlatıya “kartopu” denmiş. Elit sporun rekabetçi yapısı, bütün romantizmini de kullanarak, acıya rağmen devam etme, sakatlığı görmezden gelme gibi davranışları teşvik ediyor. Kahramanlık, cesaret ya da fedakarlık gibi kavramlarla eşleştiriyor bu davranışları. Bu değerler sporcunun gerçekliği haline geldikten sonra da, büyük resmi görmek ancak iş işten geçtiğinde mümkün oluyor. 


  • Özellikle dayanıklılık sporlarında daha sık karşılaşılan bir durum. Çalışmaya katılan atletlerden Ben, bir gecede vücudunun şalteri indirdiğini anlatırken aslında sürecin nasıl bu noktaya geldiğine de ışık tutmuş oluyor. Bir anda oldu dediği sakatlık öncesinde 3 yıllık bir süredir acıya rağmen koştuğunu, sabah koşuları öncesi bir buçuk saatlik bir ısınma ve masaja ihtiyacı olduğunu ve çoğu zaman gece acıyı yönetebilmek için sıkı ayakkabılar giyerek uyuduğunu söylüyor. Anlatının kırıldığı kısım da artık sakatlığın göz ardı edilemediği kısım oluyor. Sporcuların, hikayeleri bu noktaya gelmeden benzer bir yolculuk içinde olduklarını anlamaları ve dümeni çok geç olmadan kırabilmeleri bu yüzden çok değerli.


  • Son anlatının adı “Ben bundan fazlasıyım.” Çok yönlülüğü destekleyen ve sporcu kimliğinin tek başına iktidarına karşı duran bir anlatı diyebiliriz bu hikayeler için. Özellikle kariyer bitirici bir sakatlıkla karşılaşan, performans düşüşü sebebiyle kariyerinde başka bir döneme giren, ya da salt performans odaklı bakış açısı sebebiyle tıkanıklıklar yaşayan sporcuların faydalı bulabileceği ve biraz biraz kendi hikayelerine de yedirebileceği yapılar. Ayrıca kendine alternatif kimlikler de yaratan, hayatını çok yönlü yaşayan sporcuların iniş çıkışlarda daha az dalgalanmak gibi özellikleri de oluyor. Basitçe, yumurtalarını birçok sepete dağıtmış oluyorlar ve yere düşen bir sepet dünyanın sonu demek olmuyor. Ailesi, sosyal hayatı, hobileri ve entelektüelliği üzerinden de kişilik algısını beslemeye devam edebiliyor. 


  • Bence bu çalışmanın verdiği gerçekten çok önemli mesajlar var. İlki, sakatlıklarla yaşarken ya da sakatlıklardan kaçarken tek bir doğru yaklaşım yok. Yaşanılan sakatlık, içinde bulunulan bağlam ve sporcuyu bulunduğu duruma getiren arka planı içinde, işe yarayan ve sporcuya yardımcı olan yaklaşımlar var. Bu yaklaşım her sporcu için aynı değil, hatta aynı sporcunun farklı dönemleri için bile aynı olmak zorunda değil. İkincisi, anlatılar kırılan, değişen, adapte olabilen ve çevreden beslenen yapılar. Belirli bir tanesine her koşulda sıkı sıkıya tutunmak, kişiye yarardan sağlamaktan çok zarar verebiliyor. Hikayeler de bizi, yani yaşayan insanları anlatıyor, bu yüzden nefes almalarına ve gerektiğinde kabuk değiştirmelerine izin verebilmek, yenilerinin yazılmasına izin vermek gerekiyor. 

 
 
 

Comments


© 2024 by Görkem Bilenoğlu, MSc. 

bottom of page