Spor Psikolojisi, Performans Anlatısı: Bir Golf Oyuncusunun Hikayesi
- Gorkem Bilenoglu
- 27 Ara 2023
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Şub 2024
Bölümün konusu olan performans anlatısı ve hikayeye geçmeden önce spor psikolojisi nelerle ilgileniyor, ben neleri ilgi çekici buluyorum ve bu podcasti neden kaydediyorum sorularının cevaplarını konuşacağım. Ben bir spor psikoloğuyum, aynı zamanda da kendi çapımda bir tırmanıcıyım. Hem performans kısmı, hem de oyun esnasındaki zihinsel süreçler ilgimi çektiği için ve özellikle de Türkiye’de spor psikolojisi adına gidilecek epey bir yol olduğunu düşündüğüm için bu alana yöneldim.
Spor psikolojisine dair Türkçe kaynak çok fazla yok, özellikle bir dergi ya da düzenli bir yayın formatında güncel gelişmeleri takip edebileceğimiz bir platform yok. Oturmuş 8-10 tane bilindik spor psikolojisi dergisi var İngilizce akademik formatta, ve çok farklı ekollerden çalışmalar yayınlıyorlar. Ara ara sayısal çıkarım yapan bazı makalelerden söz edecek olsam da çoğunlukla bu dergilerden beni heyecanlandıran ve anlamsal bir bağ kurabildiğim araştırmalar üzerinden gideceğim.
Hem lisans, hem de yüksek lisans sürecinde sonunu getirmekte zorlandığım, sıkıldığım bir sürü yayın okudum ve bunların yapısal aynılığı, kısıtlı perspektifi beni sürekli hayal kırıklığına uğrattı. Günün sonunda çoğunluğun istatistiğinden bir saptama yapan makalelerdense hep kişisel tecrübelere, bu tecrübelerin insanlarda uyandırdığı hislere ve hikayelerine etki edişlerine karşı içimde bir kıpırtı hissettim. Durum böyleyken de burada psikolojiye ve spor psikolojisine bakış açımı değiştiren ve hikayeler üzerinden samimiyeti yakalayan çalışmaları paylaşmak çok daha değerli geliyor bana. Bu çalışmaların da ortak özelliği nicelikten çok niteliğe önem veren, detaycı ve yaratıcı araştırmalar olmaları. Sporla kurulan anlamsal bağı, bu anlamsal bağın hem iyi oluşa hem de performansa direkt etkisini onlar sayesinde pekiştirdim.
Spor psikolojisi diyince, tabii ki zihinde canlandırma, mindfulness, hedef belirleme ve iç konuşmayı yönetme gibi performansa yönelik teknikler akla geliyor ve yerinde kullanıldığında çok faydalı teknikler. Bunları da çoğunlukla izole ederek değil de; hikayeler içinde, kendi bağlamlarında konuşuyor olacağız.
Bu proje için temel motivasyonlarımdan ilki, benim için de en önemlisi, bir şekilde artık kendimi daha yavaş konuşmaya mecbur bırakmak. Çünkü harfi heceyi geçtim bazen kendimi komple kelime yutarken buluyorum ve bu yavaştan değişse iyi olur. İkincisi de, en çok da sporcular, spor organizasyonlarında görev alanlar, karar vericiler ve sporcu yakınları için spor psikolojisini günlük dil kullanarak üzerine konuşulabilecek bir konu haline getirmek ve daha bilinçli spor çevreleri oluşturmak adına en azından bir konuşma başlatmak. Aklımdan geçen format da bu konuları güncel literatür üstünden, zaman zaman teoriye de kısaca dokunarak, hikayeler çevresinde tartışmak. İlerleyen bölümlerde içimden geçen, bu hikayeleri birinci ağızdan dinlemek için konuklar da almak. Benim kendimi yakın hissettiğim bakış açısı biraz daha bütünsel, ve varoluşçu bir yerden ve tabii ki de bu tek doğru ya da alandaki dominant yaklaşım değil. Bu yüzden kimi çalışmalar üzerinden konuşurken de davranışçı ve bilişsel bakış açılarından bakıyor da olacağız.
Genel bir giriş yapmak gerekirse, spor ve sporcu psikolojisi son dönemde, biraz da mecburen ve geç de olsa, ana akım medyada ilgi çekmeye başladı. Spor psikolojisini aslında psikolojiden ayırıp başka bir alanmış gibi ele almak çok mantıklı değil, çünkü sporcu ya da değil, hepimiz günlük hayatımızı peformans göstererek geçiriyoruz. Sporda şöyle farklı bir durum var, alıştığımız tanımlar gereği iyi sporcu sert olmak zorunda. Kafasındaki sesleri susturmak, acıyı dinlememek, duygusallığa yer vermemek ve baskınlığını her hücresiyle karşısına yansıtmak zorunda. Profesyonel sporcuya atfedilen niteliklerle uyuşmadığı düşünülüp, tabulaştırılan bu alanın günlük yaşamın değişmesi, spor endüstrisi, sosyal medya, çok önceden çerçeveletip duvarlara astığımız kalıp spor anlatıları gibi faktörlerle birlikte, artık kabından taşma noktasına gelmiş olması hiç de şaşırtıcı değil. Sporcu mental sağlığı sanırım en net şekilde yakın geçmişte, tenis oyuncusu Naomi Osaka ile gündeme gelmişti. Osaka, mental sağlığını kötü etkilediğini söylerek, 2021 Fransa Açık’ta maç sonrası basın toplantısına katılmayacağını belirtmiş, açılış maçını kazandıktan sonra da sözünün arkasında durduğu için 10.000 dolarlık bir ceza almıştı. Bu kararın üstüne, 2018 Amerika Açık’tan beri depresyonla mücadele ettiğini, turnuvadaki oyuncuların dikkatini daha fazla dağıtmamak ve kendi mental sağlığı için en iyisini gözetmek adına, hatta özür bile dileyerek, turnuvadan çekildiğini açıklamıştı. Bunun üzerine hem tenis camiasından hem de başka branşlardan profesyonel sporcular tarafından büyük destek görmüştü: tabii ki özür dilemene gerek yok, kararında yanındayız diye. Spor psikolojisinin odağı performans ve mental iyi oluş olarak ikiye ayrılıyor genelde, ama bu örnekte de görüldüğü gibi sporcu bir birey ve bir bütün. Yani sahaya ya da korta çıktığında günlük hayatta olduğu kişiyi bir kenara bırakıp, sadece sporcu kimliğiyle var olmuyor. Osaka örneğinde mesela mental iyi oluşla ilgili yaşadığı bir problem, sadece performansa kötü etki etmekle kalmadı, direkt performansı ortadan kaldırdı ve kadın tenisinde dünya iki numarasıyken galibiyetle başladığı turnuvayı bıraktı Osaka.
Bunun yanında günlük hayatında bir problem yaşamasa da, öz farkındalığını arttıran ve kendi zihinsel mekanizmalarına daha çok hakim olan sporcular, yaptığı sporla arasında daha anlamlı bağlar kurabildiği için, performans esnasında kullanabileceği mental becerileri de daha çabuk geliştirebiliyor.
Türkiye’de de, sporcu psikolojisinin yavaştan ana akımda konuşulacak, tartışılacak, gerektiğinde yardım alınacak, ve bilimle desteklenecek bir noktaya doğruru ilerlemesi her ne kadar heyecan verici olsa da, başka bir çok alanda olduğu gibi tüketim odaklı ve perspektifi sorun-çözüm bağlamına sıkışmış, altı boş bir şekilde servis edilmesi belki de alanın gelişme sürecine yapabileceğimiz en büyük kötülüklerden biri olurdu. Instagrama ne zaman girsem gördüğüm kişisel gelişim adı altında, ilişkinizin neden toksik olduğunu bir reklamla karşınıza çıkaran psikologların bolluğu, bu “bilimimsi” yaklaşıma belki de en iyi örnek. O yüzden hap bilgi formatında, herkesin direkt olarak hayatına ve performansına uygulayabileceği hazır taktikler vermektense; hikayeler üzerinden gitmek ve yaşantıları, çalışmaları kendi düzleminde tartışmak bana daha değerli geliyor. Bu şekilde ezberle ve monte et gibi bir yaklaşım yerine, empati kurmak ve çıkarımları adapte etmek üzerine vurgu yapmış olmak istiyorum. Böylece bir yüzücünün hikayesi, iş dünyasındaki performansına odaklanan birine ilham olabilsin ya da bir buz hokeyi öyküsü bir piyanistin kafasında kıvılcımlar çakabilsin.
Hikayeler ve anlatı aslında düşündüğümüzden daha çok yer kaplıyor hayatımızda ve sadece okuduğumuz kitaplardan ya da izlediğimiz filmlerden ibaret değil bu yer. İnsan olarak tarihimize baktığımızda, daha bireysel boyutta da, hikayeleştirilmiş hayatlar yaşıyoruz ve kendi hikayelerimizi yazarak günlük hayatımızı anlamlandırıyor ve şekillendiriyoruz. Bu hikayelerin ana malzemesi her ne kadar kişisel hayatımızda yaşadıklarımız olsa da, çevremizdeki kültürel birikim ve oturmuş bazı anlatı biçimleri yaşadıklarımızı nasıl algıladığımızı ister istemez etkiliyor. Spor contextinde örneğin baskın anlatılarından birisi performans anlatısı. Bu anlatı sporcu kimliğinin baya ön planda olduğu ve atletik başarının hayatın birçok alanın önüne koyulduğu bir anlatı tipi.
Performans anlatısı aynı zamanda performans için hayatın diğer kısımlarını feda etmenin de sosyal anlamda direkt ödüllendirildiği bir anlatı türü. Başarı, ödül, kazanma, ve çevreden görülen takdir direkt olarak sporcunun psikolojik iyi oluşu, kişiliği, ve kendine biçtiği öz değer ile ilişkileniyor. Başarılı olan sporculardan kimi zaman ropörtajlarında dinliyoruz işte “4 yıldır günde 8 saat antrenman yapıyorum, 7 aydır antrenörüm hariç kimseyi görmedim, bana futbol anlamında katacak bir şeyi olmadığı için babamla artık görüşmüyorum” gibi cümleleri. Performans anlatısı gerçekten de sporcu başarılı olduğu sürece sporcu kimliğini besleyerek ciddi bir motivasyon kaynağı oluşturuyor. Ama bir yandan da sporcunun bütün savunma mekanizmalarını performans üzerinden şekillendirdiği bir anlatıda ciddi riskler var. Spor sakatlıkları, form düşüklüğü, profesyonel spordan emeklilik ya da özel hayatta yaşanan sorunlar gibi durumlarda bu anlatı işlevsiz kalıyor ve sporcu günlük hayatında yaşadıklarını performans anlatısı içinde bir yere oturtamadığı için değişen koşullara adapte olmakta zorlanıyor. Hatta literatürde “narrative wreckage” diye geçiyor bu durum, yani anlatının yıkılması. Şimdi bölüme uzun bir giriş sonrası bu kavramın oturması adına bir de gerçek bir hikaye üzerinden gidelim. Bu örnek 2009’da yazılmış “Performans Anlatısını Terk Etmek” isimli, iki kadın sporcunun profesyonel spordaki dönüşüm hikayelerini inceleyen bir makaleden alıntı. Özel hayatlarının gizliğini korumak adına takma isimler kullanılmış, yani malesef bu sporcuyu Google’layamayacaksınız.
Debbie çocukluğundan itibaren golfteki yeteneğiyle dikkat çeken biri ve kendini golf oynarken çok iyi hissediyor. İyi oynadığı maçları “havada süzülmek”, “bulutların üstünde olmak”, “çok yüksek bir tatmin hissi” ve “kendinden eminlik” olarak anlatıyor geri dönüp baktığında. Zaman geçtikçe, amatör golf kariyerinde de başarılı olmaya devam ediyor. Daha prestijli turnuvaları kazanıyor, medyanın ve sponsorların ilgisini çekiyor, ve bir hayran kitlesi de oluşuyor. Neler yapabildiğini göstermek ve oyunuyla takdir görmek onu çok hissettiriyor. Kazanmanın nasıl kendisi için her zaman ana odak olduğunu anlatırken “Bir insanın nasıl olup da en iyisi olmayı istemediğini anlayamıyorum” diyor. Üniversite zamanı geldiğinde annesi kesinlikle okuması gerektiğini söylese de babası, eğer üniversiteye giderse ne golf kariyerine ne de okuluna tam olarak odaklanabilecek, bu yüzden seçimi ne olursa olsun onu desteklememiz gerek diyor. Böylece Debbie golfü seçiyor.
Profesyonel kariyerinin başlarında, her şey sorunsuz ilerlerken, Debbie hamile kalıyor ve kendini bir yol ayrımında buluyor: kariyer mi yoksa çocuklu bir aile yaşantısı mı? Çünkü ona göre bu ikisi, aynı noktada kesişmesi mümkün iki yol değil. Çocuğunu doğurmaya karar veriyor ve toplumsal değer yargılarının gözünden “kadın olma” ve “profesyonel sporcu olma” anlatıları arasındaki gerilim burada başlıyor. Çocukluğundan beri içinde yetiştiği ve hayatını anlamdırdığı anlatı bütün odağı kendisine ve sportif başarısına yönlendirmişken, tamamen çocuğunun ihtiyaçlarını öncelendirmek, bunu da golf kariyerini feda ederek yapmak iç dengesizliklere yol açıyor. Bu süreçte içten içe kaybettiği kariyerinin yasının tutuyor ve bunun için çocuğunu suçluyor aslında. Bu duyguları hissetmek başlı başına bir suçluluk kaynağı Debbie için, her ne kadar kendisi başka bir anlatı içinde büyümüş olsa da “iyi annelik” de yetiştiği toplumun baskın bir sosyal rolü ve bu gibi duyguların gün yüzüne çıkıp konuşulabilecek bir alanı yok.
En sonunda daha fazla dayanamıyor, bu geçişte zorlandığını ve mücadele edemediğini yakın arkadaşlarıyla paylaşıyor. Aldığı tepki ise hiç beklemdiği bir yönde oluyor: yakın arkadaşları onu bencillikle ve iyi bir anne olmamakla suçluyor. Duygularının, konfor alanım dediği yerde bile konuşulamayacak kadar kabul edilemez olması onu daha da yıkıyor. Doğum sonrası depresyon tanısıyla ilaç kullanımına başlıyor, ve kendini koltuktan bile kaldıracak gücü bulamadığı bir süreç ardından, doğumunun 7. Ayında, Debie intihar girişiminde bulunuyor, kurtarılıyor ve ruh hastalıkları hastanesine kaldırılıyor.
Hikayenin en başından beri kazanmanın, başarmanın, ve en iyi olmaya giden yolun nasıl kendine verdiği değer ile sıkı sıkıya bağlandığını görüyoruz. Farkında olmadan bu süreç, çevresindeki alternatif anlatıları bastırıp, esnekliğin ve başka değerlerden de beslenmenin mümkün olmadığı bir anlayış yaratıyor. Anne ve sporcu kimliğinin birlikte yürütülememesi, profesyonel golfün spor çevresinde gelişen dostluklar, farklı ülkeleri gezme imkanı ya da oyundan alınan zevk gibi faktörler için değil, sadece ve sadece en iyi olmak için yapılan bir spor olması performans anlatısı içinde bir bakış açısı değil, objektif bir gerçeğe dönüşmüş durumda. Çocukluğundan itibaren Debbie’nin değer yargıları, hayattan aldığı zevk ve tatmin tamamen sporcu kimliği üstünden şekilleniyor. Hikayenizi böyle bir yerden yazıyorsanız, bu sırada da çevrenizdeki herkes size hayranlıkla bakıyor ve sizi alkışlıyorsa, herhangi bir sebeple performanstan uzak kalmayı kabul edebilmek pek de mümkün değil, bu sebep kendi çocuğunuz olsa bile. Yanlış anlaşılmasın, Debbie’nin tuttuğu yas, çocuğuna karşı hissettikleri, ve içinde bulunduğu suçluluk duygusu ne sadece ona özel, ne de üzerinde tam olarak kontrol sahibi olduğu şeyler. Profesyonel sporcuya çizilen sınırlar içinde tatminlerini ve hayal kırıklıklarını yaşıyor, ışıklar üzerinden çekildiğinde de geriye kalanla başa çıkmaya çalışıyor. Baskın anlatıda kendine yer bulamadığı için hem kendisi hem de çevresi tarafından susturulmuş olmak, Debbie için önce anlatının yıkılması sonrada mental sağlığın hasar görmesi olarak hayata geçiyor. Uzun bir iyileşme sürecinin ardından, çevresinden aldığı destekle de birlikte, Debbie nihayet sağlığına kavuşuyor, yaşadıklarını anlamlandırmaya başlıyor, ve benzer hayatların sıkışıp kalmaması için hikayesini duyurmaya karar veriyor.
Benzer hikayeler eminim tahmin ettiğimizden çok daha fazla insan tarafından tecrübe ediliyor, üstelik profesyonel bir sporcu da olmaya gerek yok. Herhangi bir alanda performans veren, yaptıklarının çıktıları üzerinden kendini tanımlayan herkes, bu tarz sıkışmışlıklar yaşamaya ve çözümsüz hissetmeye açık. Spor çevrelerinin üzerine düşen, sporcuların hikayelerini çekinmeden dışa vurabileceği ortamları oluşturmak, ve performans anlatısı dışındaki alternatiflerin varlığını, spora bir tehdit olarak görerek bastırmamak. Çünkü hikayelerin çeşitliliği, bakış açılarının çeşitliliği demek. Günün sonunda öz farkındalığı yüksek, farklı durumlara adapte olabilen ve problem çözme becerisi sahibi sporcular yetiştirmek istiyorsak da ihtiyacımız olan tam olarak bu bence.
Akış Açısı’nın ilk bölümünde spor psikolojisine küçük bir giriş yaptık, hikayelerin öneminden ve performans anlatısından bahsettik. Debbie’nin hikayesi ilgisini çekenler için bahsi geçen makaleyi ve konuyla ilgili birkaç kaynağı da açıklamalara ekliyorum. Sonraki bölümde, formatından da içeriğinden de acayip keyif aldığım bir çalışmayı paylaşmayı düşünüyorum. Bu kez hikayenin baş karakteri profesyonel bir DJ olacak ve yaşadığı bir sakatlık çevresinde onun hikayesini konuşuyor olacağız. Ben Görkem Bilenoğlu. Akış Açısı’nı dinlediniz, görüşmek üzere!
Kaynaklar:
Kitrina Douglas & David Carless (2009) Abandoning The Performance Narrative: Two Women's Stories of Transition from Professional Sport, Journal of Applied Sport Psychology, 21:2, 213-230, DOI: 10.1080/10413200902795109
Frank, A. W. (1995). The wounded storyteller. Chicago: University of Chicago Press.
Comments